“Uzayda oksijen var mı?” sorusu, insanlık tarihinin derinliklerine kadar uzanan bir merak konusudur. Binlerce yıl boyunca bilim insanları, bu bilinmezliği aydınlatmak için sayısız çalışma ve teori geliştirmiştir. Gelin, bu ilginç konunun tarihsel sürecine ve bilimsel gelişmelere daha yakından bakalım.
Uzayın oksijenden yoksun olduğu fikri, ilk kez M.Ö. 350’de ortaya atılmıştır. Yunan astronomu Aristoteles, doğanın hiçbir boşluk barındırmadığını iddia etmiş ve bu düşünce “horror vacui” yani “boşluktan korkma” olarak tanımlanmıştır. Ardından, ünlü bilim insanı Galileo Galilei, hava üzerine bir dizi deney yaparak havanın ağırlığını ve vakum oluşumuna karşı koyan bir kuvvet olduğunu anlamıştır.
Galileo’nun öğrencisi Toricelli, ustasının vefatından bir yıl sonra, kısmi vakum üretebilen bir cihaz geliştirmeyi başarmıştır. Bu çalışmalar sonucunda Toricelli, 1644 civarında havanın ya da atmosferin, Dünya’nın yüzeyine doğru uyguladığı basıncın var olduğu sonucuna ulaşmıştır. Takip eden yıllarda, bilim insanı Blaise Pascal da atmosfer basıncı üzerine çeşitli deneyler gerçekleştirmiştir.
Pascal ve Florin Perier, iki yıl sonra bir cıva barometresi ile Fransa’nın Puy de Dome Dağı’na tırmandı. Burada, dünya yüzeyinden uzaklaştıkça atmosfer basıncının giderek azaldığını keşfetmişlerdir. Ancak yüksek irtifalarda bu basınç azalmasının nedenleri henüz bilinmiyordu. 1687 yılında Sir Isaac Newton, Evrensel Çekim Teorisini tanıttığı “Doğa Felsefesinin Matematiksel İlkeleri” adlı eserinde, bu konudaki düşünceleri derinleştirmiştir.
Özetle, bilim insanları, fizikçiler ve astronomlar, uzayda oksijen olmadığı sonucuna, mantıklı çıkarımlar ve deneyler yoluyla ulaşmışlardır. 1600’ler ile 1800’ler arasında, havanın basıncı, sıcaklığı ve molekülleri hakkında birçok teori ve yasa geliştirilmiştir. Bu yasalardan bazıları; Charles Yasası, Avogadro Yasası, İdeal Gaz Yasası ve Boyle Yasasıdır. Bu teoriler ve yasalar, uzayın boş doğasının anlaşılmasında büyük bir rol oynamıştır.
Kaynaklar: Science, Physiology, Science ABC
İlginizi çekebilir: