11 Mart 2011 tarihinde Japonya’nın doğu kıyılarında meydana gelen 9.0 büyüklüğündeki deprem, büyük bir tsunamiye yol açarak felaketin boyutlarını artırdı. Bu trajik olay sonucunda yaklaşık 20.000 kişi hayatını kaybetti, 120.000 bina yıkıldı ve Fukuşima nükleer santralinde üç reaktörde erime meydana geldi. Bu felaket, Japonya’nın nükleer enerji politikasını köklü bir şekilde değiştirmesine neden oldu. Felaketin ardından, sadece Japonya değil, dünya genelindeki birçok büyük ekonomi, nükleer santrallerini kapatma planları yapmaya başladı.
Ancak enerji ve iklim krizinin derinleşmesiyle birlikte, nükleer enerji tekrar gündeme gelmeye başladı. Japonya, emisyon hedeflerine ulaşmak ve enerji güvenliğini artırmak amacıyla nükleer enerjiye yeniden yönelme kararı aldı. Bu bağlamda, Japon hükümeti onaylanmayı bekleyen stratejik bir enerji planı geliştirdi. Bu plana göre, Japonya’nın 2040 yılına kadar 30 nükleer reaktörün tamamen faaliyete geçirilmesi hedefleniyor. O dönemde nükleer enerjinin, ülkenin toplam enerji üretiminin yaklaşık yüzde 20’sini oluşturması bekleniyor.
Felaket öncesinde, Japonya’da 54 reaktör faaliyetteydi ve bu reaktörler ülkenin elektrik gücünün yaklaşık yüzde 30’unu sağlıyordu. Ancak, yalnızca 14 reaktör yeniden faaliyete geçirildi; diğerleri ya kapatıldı ya da tekrar hizmete girme izni bekliyor. Japon hükümetinin hazırladığı plana göre, nükleer enerji kullanımının artmasının yanı sıra, kömürle çalışan enerji santrallerinin oranı da yüzde 70’ten yüzde 30-40 seviyelerine düşürülecek.
Fukuşima felaketi sonrasında reaktörlerin kapatılması, Japonya’yı ithal fosil yakıtlara daha fazla bağımlı hale getirdi. Bugün Japonya, Çin‘den sonra dünyanın en büyük ikinci sıvılaştırılmış doğal gaz ithalatçısı ve üçüncü büyük kömür ithalatçısı konumunda. Bazı uzmanlar, Japonya’nın mevcut nükleer santrallerinin yaşlı olduğunu ve bu tesislere yatırım yapmanın mantıksız olduğunu öne sürüyor. Ancak, küresel ölçekte en az 40 yaşındaki reaktörler, tüm aktif reaktörlerin %40’ını oluştururken, Japonya’da bu oran yalnızca %20 seviyesindedir.
Öte yandan, ABD’deki 94 reaktörün 64’ü (yaklaşık %68) 40 yılı aşkın süredir faaliyettedir. Japonya, nükleer enerji kullanan diğer pek çok ülkenin aksine, Fukuşima Daiichi’yi yerle bir eden türden güçlü depremlere ve tsunamilere karşı daha savunmasız bir konumdadır. Ayrıca, Japonya’nın nükleer santrallerini çalıştırabilmek için uranyum ithal etmesi gerekecek.
Tüm bu olumsuzluklara rağmen, Japonya’daki bulut bilişim ve yapay zeka gibi gelişen endüstrilerle birlikte elektrik talebinde ciddi bir artış bekleniyor. Ember verilerine göre, Japonya, elektriğinin yüzde 31‘ini temiz kaynaklardan üretiyor; bu oran küresel ortalama olan yüzde 39’un altında kalıyor. Güneş ve rüzgar enerjisinin payı ise yüzde 12’nin altında. Dolayısıyla, ülkenin kısa süre içerisinde çok fazla alternatif bulması zor görünüyor.