İmalat-ı Harbiye ve Milli Mücadele Yıllarında Üretim

İyi bayramlar çocuklar!

Yüz sene evvel bugün meclis kurulduğunda memleket işgal altındaydı. Cephelerde savaşlar devam ederken bir yandan da mütemadiyen ordunun ihtiyaçlarını gidermek gerekiyordu. Yiyecek, giyecek, silah ve cephane ihtiyaçlarını halk büyük bir özveri ile tamamlamaya çalışıyordu. Meclis ise bütün bu faaliyetleri koordine etmekteydi. Bu koordinasyon sayesinde doğru zamanda haber iletimi ve haberlerin değerlendirilmesi mümkün oluyordu. Bu sayede doğru zamanda doğru yere müdahale etmek, insan sevk etmek ve malzeme sevk etmek mümkündü. Meclis bu kadar önemliydi. Son kalan topraklarda vatanı savunmakta ana kale olmuştu. Ankara’ya güneş gibi doğmuştu. Bu güneşin etrafında askerler, imamlar, halk ahalisi, sağlıkçılar, imalatçılar, mühendisler ve daha niceleri gezegenler gibi dönmeye başlamıştı. Enerjilerini meclisten alıyorlar ve yörüngeleri sonunda bir düzene oturmuş, bir koordineye sahip olmuş olmasının verdiği sevinçle mücadeleye devam ediyorlardı. Yüz sene evvel. Tam bir asır.

Ordu düzenli olduğu müddetçe bu savaş kazanılabilirdi. Ordunun cesur neferlere sahip olma bakımından bir sorunu yoktu. Sorun malzemeydi. Özellikle de silah ve cephane tedarik etmek, üretmek ve üretecekleri bulmak hayli zordu. Her zorluğun üstesinden gelmekten başka çaresi olmayan Anadolu bunu da çözmenin yolunu bulacaktı. Bu yol İmalat-ı Harbiye idi.

İmalat-ı Harbiye

Sultan II. Mahmut devrinde kurulan Tophane-i Amire Fabrikaları Osmanlı orduları için silah ve cephane üretimi yapıyordu. 1909 yılında İmalat-ı Harbiye Müdüriyeti ismini aldı. O zamanlar 5000 civarında çalışanı vardı. Dönemin en büyük üretim tesisi özelliğini taşıyordu. Demir, çelik, tunç dökümleri yapılıyordu. [1]

16 Mart 1920 günü işgalciler İstanbul’a çıktıklarında, bu fabrikayı kapatmak ve ele geçirmek yaptıkları ilk işlerden olmuştu. İşçileri içeriye almamışlar ve fabrikaya doluşmuşlardı. Bu hamle tabi ki silah ve mühimmat üretimini durdurmak adına yapılmıştı fakat İngilizler bu fabrika ile kendileri için de üretim yapmak istiyordu. Ee ne de olsa koca fabrika, buradan üretmek çok daha kolay olur diye düşünmüşlerdir. herhalde.

Fabrikanın özel şirketlere satılabileceği gündeme gelince Eyüp Durukan (Fabrikanın o zamanki müdürü) buna karşı çıkıyordu. Biz devlet adına çalışırız diyorlardı. Eylül 1920 de Bab-ı Aliye çağırılan İmalat-ı Harbiye heyeti fabrikanın satılması isteğini reddetmiştir.

1921’e geldiğinde fabrika ahali ihtiyacı için imalat yapmaya başlamıştı. Bu arada Meclis açılmış ve çalışmalara çoktan başlamıştı. Fevzi Çakmak Paşa kürsüde 29 Mayıs 1920’de cephanenin nasıl temin edileceğini anlatıyordu [1]. Yani işgali zaten bekleyen Meclis çoktan imalatçılarını uyarmış ve yapılacakları planlamıştı bile. Düşman, bizimkileri çok basit insanlar olarak gördüğünden herhalde tüfeklerin kapak takımlarını ve nişangahlarını alınca bu iş tamam diye düşünüyordu. Bilmiyorlardı ki Ankara neredeyse 1 sene evvelden yapmıştı planını. İmalatçı ustalar, mühendisler, tezgahlar, cephane ve silahlar Anadolu yolunu tutacaktı. Gizliden kaçırılacaktı. Ordunun sorunu olan malzeme bu yolla halledilecekti. Zaten eksik olan parçalar orada üretilebilirdi. İşte Anadolu bir engelin daha çözümünü bulmuştu.

İmalat-ı Harbiye Ankara’da!

İmalat-ı Harbiye [2]

İmalat-ı Harbiye Ankara’ya geçtiğinde, bir yandan da ordular Sakarya için hazırlanıyordu. Artık zaman ve malzeme bulunması en güç iki şey olmuştu. Hızlı hareket etmek ve imkanların yetmediği yerde alternatif çözümler bulmak şarttı.

Mustafa Kemal Paşa başkomutan olmuştu. 7-8 Ağustos 1921’de Tekalif-i Milliye emirlerini halka duyurdu. 9 no’lu emir direkt olarak cephane gücü içindi:

“Dokuz Numaralı Emir: Demirci, marangoz, dökümcü, tesviyeci, saraç ve araba yapan esnaf ile imalâthaneler saptanacak, bunların üretim, onarım ve yapım kapasiteleri hesaplanacaktır. Ayrıca süngü, kılıç, mızrak ve eyer yapabilecek zanaatkârlar aranıp saptanacaktır. Yukarıda belirtilen esnaf, imalâthane ve zanaatkârlar savaş araç ve gereçleri üretim, onarım ve yapımı ile görevlendirilecektir. Sürekli görevlendirileceklere geçimlerine yetecek ücret ödenecektir.” [3]

Ankara’da o devirde ne bir atölye ne de fabrika vardı. Gelen İmalat-ı Harbiyelilere eski süvari kışlasının ahırları (Günümüzde MKE’nin olduğu yerdir.) verildi. Burada top yapım onarım, tüfek onarım ve kılıç yapım bölümleri kuruldu. Başlarında ise 25 yaşında genç mühendis Veli Bey vardı. [3]

Sakarya, Meclis, Üretmek ve Savaşmak

Sakarya, tarihin en uzun meydan muharebesi. 22 gün 22 gece. Akıl almaz bir savaş. Ya istiklal ya ölüm. Başka seçenek yok. Düşman yükleniyor ve Ankara’yı ele geçirmek istiyor. Meclisi ve etrafındaki düzeni bozduğu an bu işin sona ereceğini biliyor. Bizimkiler ise son nefere kadar burayı savunmaya ve vatanı kurtarmaya yemin etmiş savaşıyor.

Ankara’da süvari kışlasının ahırlarına yerleşen İmalat-ı Harbiye ekibi Milli Müdafaa Vekaletinden 5 tonluk bir kamyon tedarik etmiş ve Adapazarı’ndan gelen tezgahlar tamirhaneye taşınmıştır.  Bir sorun vardı. Tezgahları çalıştıracak bir motor yoktu ki! Nasıl üretim yapılacaktı? Kamyonun arka tekerlerinden birisi çıkarıldı önce. Bir ağaçtan kasnak yapıldı ve kayışla ana mile bağlandı. Tezgahlar da bu mile bağlanmıştı. Bu sayede kamyon çalışınca tezgahlara güç veriyor ve mühendislerimiz, imalatçılarımız çılgınca bu fikir sayesinde asla durmaksızın üretiyorlardı. Başka bir sorun daha çıktı. Kamyon sürekli o şekilde duramazdı, onun başka görevleri de oluyordu. Sorunu en iyi bir buhar kazanı veya lokomobil çözerdi. İşte Milli Müdafaa Vekaleti 15 beygirlik bir lokomobil verene kadar kamyonla idare eden mühendisler sonrasında lokomobille üretime devam ettiler ama asla durmadılar. Çünkü düşman asla durmuyor ve ordunun ihtiyacını muhakkak karşılamak gerekiyordu. [1]

Meclis tüm bu üretimi ve tüketimi hesaplayarak arada köprü oluyordu. Sakarya harbi için hazırlık sürerken bir gün;

Refet Paşa makamına geldi. Ona mermi konusuyla ilgili herkesin geldiğini bildirdiler. Hemen toplantı başladı. İmalat-ı Harbiye Genel Müdürü Albay Asım Bey, toplantıya tamirhanenin ‘tophane bölümü’ şefi Mühendis Veli Bey’i de getirmişti. Mühendis, kelebek kravatlı, 25 yaşında, yüzü ergenlik dolu bir delikanlıydı. Asım Bey Almanya’da mühendislik öğrenimi görmüş bu delikanlıyı tophanenin başına ünlü Ahmet Ustalar’ın ısrarlı isteği üzerine atamıştı. 57 Ustaların bu toy görünüşlü , gepgenç birini neden tavsiye ettikleri kısa zamanda anlaşılacaktı: çok bilgili, çok becerikli, çok yaratıcı biriydi.

Refet Paşa mermi olayını açıklayınca, haberi ilk kez duyanlar paniklediler. Genç mühendisin sakinliği Refet Paşa’nın sinirine dokundu. Mühendise yöneldi. Densizce bir cevap verirse iyice azarlayacaktı:

“Söyle bakalım delikanlı, ne yapacağız?”

“75 mirdik kaç mermi gerek? O kadar mermiyi ne kadar zamanda sağlamak zorundayız?”

Refet Paşa’nın gözleri açıldı. Allah Allah! Delikanlı lafı hiç dolandırmadan, işin bam teline ve püf noktasına dokunmuştu. Müsteşara baktı. Müsteşar bilgi verdi: Ankara’ya ulaşan mermilerin 4.000 kadarının 75’lik olduğu anlaşılmıştı. Savaş da en çabuk ancak dört-beş gün sonra başlayabilirdi. Demek ki vakit bakımından çok sıkışık değillerdi. Yarından başlayarak, geri kalan mermiler değiştirilmeye başlanır, bu işlem kesintisiz sürdürülürse… Mühendis açıklamanın sonunu beklemeden, “Anlaşıldı efendim..” diye acele etti,

“..hallederiz.”

Öyle güvenle konuşmuştu ki Refet Paşa, dilinin ucuna geldiği halde, “Nasıl halledecekmişsiniz bakayım?” demekten kaçındı. İyi de oldu. çünkü mühendis de nasıl halledeceklerini daha bilmiyordu. Bildiği, bu sorunu kesinlikle halletmek zorunda olduklarıydı.

MÜHENDİS, tamirhane subayları ve Ahmet Ustalar, üzerinde 77 mirdik bir merminin durduğu tezgahın çevresinde toplanmışlardı. Merminin çelik çekirdeği canavar gözü gibi hain hain parlıyordu. Usta Bey, “Mermiyi değiştirmek için içini boşaltmak zorundayız..” dedi, “..zaman alan da bu.

” Mühendis yüzünü kaşıyarak, “Boşaltmak zorunda mıyız?” diye sordu.

“Boşaltmadan çalışmadık hiç.”

çalışsak ne olur?”

Kavak Ahmet Usta sinirli güldü:

“Ne olacak, bummm! Tamirhane uçar.”

Evet, böyle bir tehlike vardı ama ince eleyip sık dokunacak zaman değildi. Tartıştılar, çekiştiler, hızlı iş çıkarmak için şu çözümde anlaştılar: Mermiler bu iş için yapılacak özel, küçük torna makinelerine, içleri boşaltılmadan, dolu dolu bağlanacak ve tornalanarak 7.5’lik topa uydurulacaktı. Bu tehlikeli işlemi yalnız mühendis ile Ahmet Ustalar yapacaklardı. Mühendis ilk küçük torna makinesini çizip imal etmek için kolları sıvadı.

MÜHENDİS küçük tornayı bitirmişti. Aygıt demirden yapılmış garip bir oyuncağa benziyordu. Sıra denemeye gelmişti. Mermi patlarsa tamirhaneye bir zarar gelmemesi için o komik görünüşlü aygıtla birlikte yanına bir de mermi aldı. Binanın yakınında bir baraka yapılıyordu. Orada gündüzden bu iş için bir tezgah hazırlanmıştı. Oraya geçti. Yardıma gelmek isteyenlere izin vermedi.

Koca tamirhanede iş durdu. Zaman geçmez oldu. Subaylar, ustalar tezgahlar arasında amaçsız dolanıp duruyorlardı. Kırk dakika sonra mühendis tamirhaneye mermiyi havada sallayarak döndü. Ağzı kulaklarındaydı. İlk deneme olduğu için ihtiyatlı davranarak yavaş çalışmış, işi uzatmıştı. Bir çiçek armağan eder gibi hoş bir jestle mermiyi Usta Bey’e verdi. Tornadan yeni geçmiş mermi pırıl pırıl parlıyordu. Usta Bey mermiyi öpüp başına koydu, bir an durakladı, sonra ani bir kararla mengeneye bağladı, bu ilk merminin gövdesine keski ile imalat-ı harbiye tarihine geçecek olan şu ünlü cümleyi kazıdı:

“Venizelos cenaplarına hediyemizdir”

Tamirhane kahkahaya boğuldu. Bütün gece çalışarak beş küçük torna daha yaptılar. Böylece günde, istenilenden iki kat daha çok mermi 7.5’lik toplara uyarlanabilecekti. [4]

İşte bu çılgın üretim sınır tanımadan inatla her türlü soruna çözüm buluyor ve ordumuzun ihtiyaçlarını gidermek için asla durmadan çalışıyordu. Veli Bey’in, ustaların yaptığı bu çılgınlıklar akıl almaz bir seviye benim gözümde. Tarih birçok çılgın mühendis görmüştür. Yaptıkları işi başarıya ulaştırmak için almadıkları riski bırakmayan, inatçı, kararlı, bilgili ve şükürler olsun ki çılgın bu insanlar sayesinde birçok yenilik ve başarı elde edilmiştir. İşte Veli Bey de böyle biri imiş.

Sakarya başlamadan önce böyle bir özveri ile çalışan imalatçılar, Sakarya sırasında da inanılmaz bir mesai harcıyorlardı. Cepheye mühimmat yetiştirmek için atölyede uyuyorlar ve uyanık oldukları her saniye üretiyorlardı.

Top sesleri Ankara’da duyulmaya başlandı. Sakarya Harbi ki Dünyanın en uzun meydan muharebesidir. Bir ulusun kaderi olacaktı. Düşman, Haymana’ya dayandığında karşılarında iki grup ordu onları Ankara’ya girmekten alıkoyuyor idi. Bu grupların cephanesini ise kahraman imalatçılar üretiyor, cepheye kahraman kadınlarımız taşıyordu.

Ankara’nın ilçesi olan Haymana’nın bu savaşta Yunan ordusunun son ilerleyiş noktası olduğunu bilirsiniz. Düşmanın geldiği ve dayandığı ama geçemediği o son yer.

Yunan ilerleyişinin sona erdiği Haymana (27 Ağustos – 15 Eylül 1921) [5]

2 grup, Yunan ordusunu yukardaki mavi hatta savunuyor idi. 1. Grup (23. Piyade tümeni, 4. Piyade tümeni, 11. Piyade tümeni, 24. Piyade tümeni) ve 2. Grup (7. Piyade tümeni, 5. Piyade tümeni, 41. Piyade tümeni ve 2,3. Süvari tümeni) [5]. Bu hikayenin benim için bir başka anlamı da Gazi dedemin (babamın dedesi- Mehmet Öztürk) o savunma hattındaki 24. Tümen’de piyade neferi olarak görev almasıdır. Sesler Ankara’dan duyulsa bile ne meclis ne imalathane yerinden ayrılmıyor ve çalışmaya devam ediyorlardı. Mehmetçik, Gazi Paşa’nın emri “Hattı müdafaa yoktur. Sathı müdafaa vardır. O satıh bütün vatandır.” ile Yunan ordusunu Haymana’da geri püskürtüyor, Yunan ordusu daha fazla dayanamayıp geri çekilmeye başlıyordu. Bunu kahraman imalatçılar, halk, ordu ve komutanları ile onları mükemmel koordine eden Meclis başarıyordu. Bu püskürtmeyi ile sonuna kadar da durmamışlar ve vatanı düşmandan temizlemişlerdir.

İşte tüm bu imkansız görevler bireysel, kurumsal azimler ile mümkün oluyordu. İmalat-ı Harbiye de ordu da her bir yurttaş da imkansızdan geri dönebildi. Çünkü bütün bu kaosu koordine eden TBMM, onlara doğru yolu göstermişti. Üretim ve tüketimde, zamanlamada, sevkiyat ve lojistikte, kararlılık ve emekte ve imkansızlığın gerçeğe dönüşünde TBMM halkıyla var olmuş ve halkı için yol gösterici olmuştur.

Mühendisler ve imalatçılar da bu meclisin bir parçası olmuş çocuklar. Bazılarının dediği gibi, buralar bize bırakılmamış, Türkiye, Ankara’dan top sesleri duyulsa bile asla pes etmeyenler ve patlama riskine rağmen top mermisini tornada işleyenler sayesinde, akıl ve bilek gücüyle ve Atalarımızın emekleriyle kurtarılmıştır. Bizim tüm bunlardan çıkarmamız gereken ders de ne kadar imkansız olursa olsun bir yol bulunabilir ve yeterli bilgiye sahip mühendisler, doğru bir koordinasyon ile çalışırlarsa istediklerini başarabilirler.

Şehitlerimizin ruhları şad olsun. Tüm çocuklarımızın ve vatandaşlarımızın bayramını kutlarım. Nice 100 yıllara!

Kaynakça

1. E. Zengin, «Milli Mücadele Yıllarında İmalat-ı Harbiye Fabrikaları,» Mavi Atlas, cilt 5, no. 1, pp. 201-223, 2017.

2. «nutuk dergisi,» 2018. [Çevrimiçi]. Available: https://nutukdergisi.blogspot.com/2018/07/kurtulus-savasi-ve-imalat-i-harbiye.html. [Erişildi: 21 nisan 2020].

3. A. Müderrisoğlu, SAKARYA, Bilgi Yayınevi, 2018.

4. T. Özakman, Şu Çılgın Türkler, Ankara: Bilgi Yayınevi, 2005.

5. A. Çeker, «SAKARYA MEYDAN MUHAREBESİ DÖNEMİNDE SİNDİREN (BÜYÜKGÖKGÖZ),» %1 içinde SAKARYA MEYDAN MUHAREBESİ VE HAYMANA ULUSLARARASI SEMPOZYUMU, Ankara, 2017.