Döküm Sektörü

İnsanlık tarihinin belki de en eski mesleklerinden biri metalleri işleme ve şekillendirme işlemini yapan meslek grubudur. Dünya tarihinde 7-8 bin yıllık bir geçmişi olan dökümcülük, asıl gelişimini 19 ve 20’nci yüzyıllarında, o zamana damga vuran, “Sanayi Devriminin” ışığı altında yaşadı. Çok büyük bir hızla gelişen ve halen gelişmekte olan, makine ve otomotiv sanayisi ile, yıllık 100 milyon ton seviyelerinde bir üretime ulaşılırken, bu büyümede klasik pik döküm yerine; çelik, sfero, alüminyum ve magnezyum malzemelerin dökümü de önemli bir rol oynamaktadır. Döküm sektörünü incelemeden önce döküm ya da dökümcülük ne demektir, biraz buna açıklık getirelim.

Dökümcülük

Metalleri işleme ve şekillendirme uygulamaları, daha önce de belirtildiği gibi 7-8 binlik bir tarihi olan ve en önemli endüstriyel alanlardan biridir. 7-8 bin yıl geçmişte çok takılı kalmadan günümüze geldiğimiz zaman, birçok sanayi işletmesinin kendi bünyesinde dökümhaneler çalıştırdığını görmekteyiz. İşin ilginç tarafı, döküm o kadar hayatımızın içine işlemiş ki çoğu zaman sıklıkla kullandığımız ve gördüğümüz malzemelerin döküm yöntemiyle üretildiğinin dahi farkında değiliz. Döküm sektörünün en çok içli dışlı olduğu alan ve döküm olmadan bu iş olmaz dediğimiz alan imalat sanayileridir. Hayatımızın içine işlemiş ifadesini bir örnekle güçlendirmek gerekirse, üretilen sanayi mamullerinin %90’ında en azından bir tanesi döküm yöntemiyle üretiliyor. Bu da dökümün ne kadar önemli ve sanayi ile fazlasıyla içli dışlı bir üretim yöntemi olduğunu gözler önüne seriyor. Türkiye’deki döküm sektörünü incelemeden önce süreci daha iyi anlamak adına, doğru bilinen birkaç yanlışı gün ışığına çıkarmakta fayda var.

Döküm Sektöründe Doğru Bilinen Yanlışlar

Medya ve bazı internet sitelerinde sürekli olarak, gelişmiş ülkelerin döküm uygulamalarına eskisi gibi önem vermediğini ve bu sayede Türkiye için kar oranlarının yüksek olacağı ve rekabetsiz bir pazar söylentisi var. Evet, döküm sanayisinin üretim süreçlerinde zorluklar var ama bu gelişmiş ülkelerin sektörden çekildiği anlamına gelmiyor. Gerek AB ülkeleri gerekse ABD’deki tesis yatırımlarına ve üretim tonajlarında baktığımız zaman, hiç de medya organlarında bahsedildiği gibi bir tablonun olmadığını görüyoruz. Tesisler kapanıyor ama kapatılan bu tesisler teknoloji olarak eski ve verimsiz tesisler olduğunu söylemekte fayda var. Tabi bu kapatılmalar, kepenk indirip sektörden çekilme anlamına da gelmiyor. Bilakis daha yeni üretim teknolojisi olan ve verimi yüksek yeni tesisler kurulmaya devam ediyor. Ama söylentilerin haklı olduğu bir taraf var. Dünya da ki döküm sektörüne baktığımız zaman büyümenin azaldığını görebiliriz ama o hayal edilen rekabetsiz ve kar oranı yüksek bir pazar şu an yok ve hiçbir zaman da olmayabilir.

Türkiye’deki Sektör Dinamikleri

Otomotiv, beyaz eşya, inşaat ve mobilya sektörlerinde üretilecek eşyanın ya da herhangi bir aracın hafif olması büyük bir önem teşkil ediyor. Eşya ya da herhangi aracın malzemelerden oluştuğunu düşündüğümüz zaman, tabi ki hafif bir eşya elde etmek için hafif malzemelere ihtiyacımız var. Hafif malzemelere olan bu talep ve ihtiyaç neticesinde, demir dışı döküm faaliyetlerinde bir artış gözlemlendi. Özellikle de hafifliği ile bildiğimiz alüminyum döküm sanayisi, büyük bir hızla büyümeye devam ediyor. Döküm sektöründeki bu eğilim, 2007 ve 2017 yılları arasındaki Türkiye döküm sektörünün üretim dağılımlarını da şekillendirdi. İhtiyaç ve talepler doğrultusunda şekillenen döküm sektöründe, son 20 yıl içinde demir grubu döküm ürünlerinin payı yüzde 87’den yüzde 72’ye gerilerken, hafif ve diğer demir dışı metaller döküm üretim oranı ise yüzde 3’ten yüzde 20’ye yükseldi.

RES Projesi ile Döküm Sektörünün İş Birliği

Döküm sektörünün yurt içi ve yurt dışı bilinirliği, çok büyük bir önem teşkil ediyor. Özellikle de devletin vereceği desteklerin yardımlarıyla beraber hem tanıtım hem de üretim de büyük bir yol kat edileceği aşikar. İlerleyen yıllarla beraber, enerji kaynaklarına olan bakış açımız fazlasıyla değişti. Bu değişiklik genellikle daha temiz ve yenilenebilir enerji kaynakları doğrultusunda gerçekleşti. Yapılan birtakım araştırmalar sonucunda, Türkiye’nin rüzgar enerjisini verimli bir şekilde kullanması, elverişli coğrafi yapısıyla beraber çok kolay. RES projelerinin daha da yaygınlaşması sonucunda, büyük bir döküm parça ihtiyacı ortaya çıkacak. İhtiyaç dahilinde yerli döküm sektörü özellikle de döküm parça konusunda, fazlasıyla ihtiyaçları karşılayabilecek yetkinlikte. Ülkemizin aynı anda ve birden fazla gelişim gösterdiği farkı kollarla beraber, yurt dışına ihtiyaç azalacak bu da ithalat ve ihracat konularında istenilen seviyelere ulaşmamıza olanak sağlayacaktır.

Sonuç

Bir ülkenin en önemli silahlarından biri ekonomik gücüdür diye düşünüyorum. Güçlü ekonomi ise ithalat-ihracat dengesi ile sağlanır. Ülke adına bir diğer önemli silah ise savunma sanayisinin gücüdür. Ekonomi ve savunma sanayi gibi iki önemli etkeni beraber düşündüğümüz zaman, savunma sanayisinde kullanılacak malzemelerin özellikle de döküm yoluyla üretilen malzemelerin tedarik edilmesinde dışa bağımlı olmak, ülke ekonomisini durağanlaştırır. Boş bir yolda, yolun ortasında duran bir araç düşünelim, araç bulunduğu konumdan ne ileri ne de geri gidiyor. Ama o durağan aracı, işlek ve araçların çok yüksek hızlarla geçtiği bir otobana koyarsak, araç ne kadar hareketsiz kalırsa kalsın diğer araçların ilerlemesinden ötürü, büyük resimde geriye doğru hareket edecektir. Bu arabayı ülke ekonomisine, otobanı ise dünya ekonomisine benzetirsek, durağan bir ekonomi bizi geriye götürmektedir. İthalat-ihracat dengesini iyi kurduğumuz takdirde, ekonomik olarak yükselişe geçmememiz olası bile değildir.

İhtiyaç duyduğumuz döküm malzemelerini, döküm ocaklarımızda üreterek, büyüme yolunda küçük de olsa bir adım atabiliriz. Örneğin yalnızca demir ve çelik dökümü incelediğimizde, döküm parça üretiminin tonaj olarak miktarı toplam demir-çelik üretiminin %6’sına tekabül etmesine rağmen ürün kıymeti olarak %50’sine ulaşmaktadır. Dolayısıyla güçlü bir döküm sektörüne sahip olmadan kalkınmanın ve sanayinin sürdürülebilirliğinin sağlanması biraz zor gözüküyor.

Yazımı bir karadeliği andıran bir sorunu dile getirerek bitirmek istiyorum. Son zamanlarda işe alım departmanında çalışan profesyonellerin kullandığı birtakım sözler var. İşe alım müdürleri tarafından, eleman açığının olduğunu ve yeni mezun mühendislerin okuldan aldığı yetersiz eğitim aldığı gibi sözler ediliyor. Tabi bir de yeni mezunların ağzından süreci dinlediğimiz zaman, işler farklı bir boyut kazanıyor. Evet sadece okuldan alınan eğitim yetersiz kalabiliyor bunda herkes hemfikir. Zaten üniversitelerde verilen eğitimin de misyonu bu değil. Yeni mezunların kendilerini çok iyi geliştirdiklerini ama staj dışında herhangi bir iş tecrübesi olmadığı için işe alınmadıklarını söylüyorlar. Herkes tecrübeli mühendis isterken, işe alınmayan yeni mezun mühendisler nasıl tecrübe kazanacak? Sorusu da tamamen bir kara deliği andırıyor.